Dün Google Earth’te gezinirken, 10 yıl kadar önce yazdığım bir başlık gözümde canlandı:
“Ey gidi Kocadağ…”
Samsun’un oksijen deposu, şehirden uzaklaşmak isteyenin sığınağıydın sen.
Sahil bandında güneşin altında kahvemi içerken, sadece yarım saatlik bir yolculukla karlar altında çıtır çıtır yanan sobanın başına geçebilir, çayımı dağ manzarasında demleyebilirdim.
Kocadağ, doğanın sunduğu iki mevsimi aynı gün içinde yaşatırdı insana.
Şimdi ise yaşattığı şey sadece derin bir hüzün.
En azından benim için böyle…
***
Bu yazıma ilk kez bir fotoğraf koyacağım. Çünkü anlatmak yetmiyor artık.
Arada sadece 20 yıl var.


Adres: Kabadüz Köyü Atakum-Samsun
Ve bu fotoğraf, insanoğlunun doğaya karşı ne kadar hoyrat olduğunu gösteriyor.
Bu dönüşüm bir gelişim değil, düpedüz bir katliam.
En tehlikeli canlı olarak biz insanları işaret ediyor doğa, her susuşuyla.
Bin 350 metre rakımıyla Samsun’un çatısı olarak da değerlendirdiğimiz Kocadağ, yıllardır resmi tanıtımlarda yayla turizmi, yürüyüş, yamaç paraşütü ve doğa sporu cenneti olarak sunuldu.
“Kalabalıktan kaçış noktası” diyorlardı…
Şimdi o kalabalık, kaçmak yerine kepçelerle geldi.
Kocadağ’da her gün onlarca iş makinesi çalıştı.
Her patlamayla biraz daha eksildik.
Her çukurda bir ağaç devrildi, bir kuş yuvasız kaldı, bir sessizlik paramparça edildi.
6 ayrı taşocağı ruhsatı vardı bölgede, takip edemedik bir süre. Kaç tane eksildi, kaç tane çoğaldı?..
Ben diyeyim 3 bin 500 dönüm, siz deyin 5 bin…
O büyüklükte bir ormanlık alan artık geri döndürülemeyecek şekilde tahrip edildi.
Kocadağ artık sadece yükseltileriyle değil, yaşadıklarıyla da anıtsal bir dağa dönüştü.
***
Diğer yandan bir de işin görünmeyen yüzü var…
Yıllardır süren bu doğa kıyımının arkasında sadece kepçeler ve dinamitler yok.
Bürokrasi denen ağır çarkın, bu yıkımın en sessiz ama en etkili ortağı olduğunu unutmamak gerek.
Her ruhsat kağıdının bir ağacı yok ettiğini, her imzanın bir yaban hayatını sürgüne gönderdiğini bilmeyen yok.
Ama kimse de “dur” demiyor.
Belediyeler, “çevre hassasiyeti” lafını tabelalarına yazıyor; fakat sıra sermayeye geldi mi gözlerini kapatıyorlar.
Denetim yok.
Şeffaflık yok.
Yaşanabilir bir gelecek için değil, sadece rant için çalışan bir düzen var karşımızda.
İnsanoğlu, paranın gücünü doğanın sesinden üstün görüyor artık.
Bir ağaç, bir kuş, bir dağ – değerini banknotla ölçemiyorsan, bu düzende yoksun.
Tam da yüzden Kocadağ yok ediliyor.
Çünkü para kazanmanın önünde “yeşil” bir engel var diye görülüyor.
Doğaya ihanet eden her kararda, her susuşta, her göz yuman imzada hepimiz varız.
Ama artık yok sayamayız.
Çünkü sıradaki dağ bizim son sığınağımız olabilir.
Ve biz, bu anıtın üzerindeki yıkımın imzasıyız.
Ey gidi Kocadağ…
Sana dokunan ellerin hiçbiri sevgiyle uzanmadı.
Ve biz sustukça daha fazlası geldi.
Bu yazıyı yazarken yalnızca bir dağın hikâyesini değil, kendi vurdumduymazlığımızın da hikâyesini yazıyorum.
Belki bu yazı bir çığlık olur, belki yankı bulur bir vicdanda…
Ama ne olursa olsun, geç kalmadan söylememiz gereken bir şey var:
Kocadağ’a daha fazla dokunmayın!!!
Yarın görüşmek üzere.
Sevgi ve saygıyla…