Dün Gülsan Sanayi’deydim.
Sevgili Ercan Üslü ile esnaf ziyareti yaptık, çay söylediler sağ olsunlar…
Ama o çayı 11 yaşında bir çocuk getirdi bize.
Adı: Yaser…
Bir çocuğun sesiydi “buyurun abi” diyen.
Elinde tepsi, ayağında yıpranmış spor ayakkabılar, gözlerinde erken büyümüş bir insanın yorgunluğu vardı.
O an Ercan’a döndüm ve sadece şunu diyebildim:
“Al sana 23 Nisan.”
O bayram ki, çocuklara armağan edilmişti.
Ama o çocuğun bayramı yoktu.
O çocuğun oyuncağı yoktu. Kitabı, teneffüsü, kalem kutusu, öğle tatili yoktu.
Toz vardı, yağ vardı, metal kokusu vardı. Eline yakışmayan tepsi vardı. Ve bir de “mecburiyet” vardı.
Sonra Yaser’in babası geldi. Bizim Ercan Üslü ile adaş çıktılar. Hatta tanıdık çıktı: Ercan ağabey.
Konuştuk. “Mecburuz” dedi.
Ve ben yutkundum.
Evet, hayatta kalmak için çocuklarımıza çocukluklarını yediriyoruz.
Ve sonra birileri çıkıp “23 Nisan kutlu olsun” diyor.
***
Fakat rakamlar yalan söylemiyor. TÜİK daha yeni açıkladı, ama araya sıkıştırdı:
Bugün bu ülkede her 10 haneden biri çocuğuna yeni kıyafet alamıyor.
Her 10 çocuktan biri günde bir kez bile meyve-sebze yiyemiyor.
Ve 15-17 yaş arasındaki çocukların dörtte biri çalışmak zorunda.
Yani… Kalem yerine tornavida, kitap yerine çay listesi…
Masal yerine mesai.
Masumiyet yerine mesuliyet.
Bunun adı “bayram” mı, yoksa topyekûn bir utanç mı?
***
Diğer yanda, bir başka utanç daha yaşandı bu şehirde.
Geçen pazar günü Odatv’de de yazdım, tepkiler de geldi.
23 Nisan yaklaşırken Samsun’da afişler asıldı. Renkliydi, kalabalıktı, şatafatlıydı.
Ancak bir kişi yoktu.
O günü bize armağan eden kişi.
Mustafa Kemal Atatürk.
Samsun gibi bir şehirde… Kurtuluş’un başladığı topraklarda…
Atatürk’süz 23 Nisan kutlaması yapıldı.
Birileri unuttu mu, yok saydı mı bilinmez… Ama unutturmaya çalıştıkları çok açık.
Ve haber çıktıktan sonra ne oldu? Bayraklar asıldı, sosyal medyada ismi ve yüzü şehirde görünmeye başladı Atatürk’ün…
Yani…
Eğer yazmasak belki bu bile olmayacaktı.
***
İşte sana Türkiye’de 23 Nisan:
Bir yanda tepsiyi taşıyan 11 yaşında çocuk.
Bir yanda Atatürk’ü afişten silen belediye.
Bir yanda yoksulluğu bile istatistiğe dönüştürüp soğuk cümlelerle açıklayan kurumlar.
Ve her yıl tekrar eden şu cümle:
“Çocuklar geleceğimizdir.”
Evet, öyledir. Ama bu geleceğin altına bomba döşüyorsunuz.
Biri çocuk işçiliğiyle, biri açlıkla, biri tarihi unutturarak.
Sormak lazım:
Hangi çocuk, hangi bayram, hangi gelecek?
Gelin dürüst olalım artık.
Bu ülkede bazı çocukların 23 Nisan’ı yok.
Çünkü onların sabahları çay tepsisiyle başlıyor, akşamları yorgunlukla bitiyor.
O çocuklar ne şiir okuyor, ne balon patlatıyor.
Onlar sadece büyüyor. Hızla. Acıyla. Sessizce!
Ve bazı yetişkinler, onları yalnızca “kutlama” günlerinde hatırlıyor.
***
Son sözüm şu:
Siz bayram yapın, biz gerçekleri yazmaya devam edeceğiz.
Çünkü bir çocuğun daha çocukluğunu kaybetmeye tahammülümüz yok.
Ve bu düzene alışmak, bu düzene susmak…
İşte en büyük çocukluk hastalığı budur!
Yarın görüşmek üzere.
Sevgi ve saygıyla…